ERZURUM’DA BİR AİLE
SALİM AKTAŞ
SAYFA | 154 |
ISBN | 978-625-76951-3-8 |
Hatıratını büyük bir haz ve rengarenk duygularla okudum. Hemşehri olduğumuzu bilmemize rağmen üniversite yıllarında nedense Erzurum ve kültürü hakkında sanırım hemen hiç sohbet etmedik. Ya siyaset konuşmaktan sıra gelmedi ya Erzurum’un siyasi fotoğrafı bizde bir iştah kapanmasına neden oldu ya da belki, henüz hatıra biriktirmenin önemini kavrayacak, dahası bardaktan taşacak miktarda hatıraya sahip yaşlarda değildik. Kim bilir? Oysa bu kadim şehir, günübirlik siyasete malzeme edilemeyecek kadar engin tarihi, insanın yaşama azim ve iradesini canlı biçimde yansıtan kültürü ve hepsinden öte, gençliğimizde bizim kişilik ve karakter özelliklerimize tesir eden ve tüm ideolojileri aşan, mertlik gibi bir etik değeri içeren töresiyle önem arz ediyor. Bunların karşısında şiddet eğilimi içinde geçen çocukluk ve yer yer Doğu toplumlarına özgü riyakarlık gibi, kimi olumsuzluklar da, bu kültürün bir uzantısı olarak gösterilebilir. Fakat ne gam, insanın olduğu her yerde, gayet doğal olan şeyler arasından, bizi asıl ilgilendiren, kendimizin ve yakınlarımızın yeğlediği hayat tarzı ve değerler olsa gerek. Hatıralarında, bana adeta ayna tutan o denli benzer şeyler var ki: Biz Erzurum’dan ben çok küçükken çıktık, ancak çiftçilik bağımız dolayısıyla üniversite yıllarına kadar, her yaz ve kış tatilinde doğu ekspresi ile üç gündüz iki gece süren yolculuklar sonucu Erzurum’a Yeğenağa mahallesinde, amcaların ve kuzenlerin hep birlikte oturduğu dededen kalma eve giderdik, ben ortaokul sıralarına varıncaya dek, Yeğenağa’da senin anlattığın şekliyle şehir ahırımız, mal, nahır aktif biçimde mevcuttu. Baca kürümeden tut, tıs üvez, leblebi tozu, kavut, akasya çiçeği yemeye, bacada çıtalı uçurtmaya, ahırda gizlice kıstik içmeye, Balyoz mehellesinin pijleriyle döğüşmeye, iki göbek hamamında kışın lahana turşusu yemeye, Gürpınar sinemasında yerli filim izlemeye, ağustos sonu Tafta’da gece sabah kadar patosla sap dövmeye, terahvide camide oynadanlık etmeye, Ramazan’da anamgilin köye Tortum’a gitmeye dek, onlarca anım canladı. Merhum Gullebi Turhan ayrı bir hikaye, hatırımda kalan Hırhız Yaşar başka bir macera, hey gidi Erzurum hey.. İyi ki yazmışsın aziz dostum tebrik ederim, beri yanda alıntıladığın Gide’nin deyişiyle, hatıralarını kaleme aldığın için ömrünü uzatmış oluyorsun. Erzurumlu bir ailenin 40’lı, 50’li yıllarını yansıtan fotoğrafları o denli yakın algıladım ki, onları bizim aile albümüne koysak, kimse ayrımsayamaz. Yine adını anımsayamadığım bir yazar, “hatıralar kovulma tehlikesi olmayan bir cennettir” diyordu. Hatıralarımızı kimse bizden alamaz dostum, iyi ki dünyanın bu sert coğrafyasında, zorlu ama bir o kadar da renkli bir hayat sürdük ve sürdürüyoruz. Belki tam hakkını veremedik ama, boş geçtiğimiz, boş geçirdiğimiz de söylenemez. Müsterih olabilirsin aziz dostum, eline ve emeğine sağlık. Üniversite yıllarını, siyasi hatıraları da ikinci bir bölüm olarak saklı tutmanı öneriyorum. (Prof. Dr. Oktay Taftalı Şair,yazar) Anlatın hem hikâye ediş hem de bir sosyo kültürün anlatımı ve yer yer kattığın esprilerle naif hale gelmiş. Ben her şeyden önce anlatıyla anlatılan arasındaki ilişkinin yakınlığına ve içtenliğine önem veririm. Yazdıklarında bunu gördüm: Akıcı ve içten. Cengiz Beşikçi